Sıklıkla manevi güçlere sahip olan bu ruhani ve dünyevi makamı anlamak ve değerini vermek için tarih yazımına hatta İslami insan merkezciliğe bakılması gerekir. Bu makalenin sınırlı bağlamında hilafetin yaratılmasına katkıda bulunan bütün dünyevi ve ilahi yönlerini analiz etmek mümkün değildir. Ayrıca tüm ilahi özler insanların çoğunun anlayamayacağı sisli hakikatler yansıtırlar. Bu yüzden sıklıkla yanlış varsayımlar yapılmaktadır. Hz. Muhammed’in verdiği ‘görünen’ bir emrin yokluğunu çevreleyen gizem ve peygamberin seçimi olarak Ebubekir’in atanması çelişkili gibi görünmektedir ve bu İslam içerisinde bölünmelerle sonuçlanan hilafet protokolü hakkındaki kargaşanın kaynağıdır. İnsanlar bir diğerine karşı kıskançlık hislerini kamçılamak için en küçük bir bahane bile aramaya eğilimlidirler; hatta böyle bir kıskançlık ifade edilmese bile.
Bununla
beraber sınırlı idrakimiz bilinçaltımızda
her bir varlığın kendi özgün kaderini
araştırdığı kozmik etkileri kontrol eden
evrensel ‘Tin’ veya ‘Ruh’ un hakikatini
algılar ancak görünmeyenin önemini kabul etmeyi
reddeder. Eğer evrensel ruhun görünmezliği insan
anlayışımızın sınırları
içerisinde aşikar edilmiş olsaydı açıkça
ifade edildiği için ilahi değerini kaybedebilirdi.
Allah’ın peygamberlerine olan (peygamberlerce hilafet
vasıtasıyla temsilcilerine yeniden aktarılan) ilahi
tezahürünü anlamak için güneş ve ayı
düşünün. Güneş ışık
verir, ay ışığı yansıtır. Ayın
kendine ait bir gücü yoktur. O güneşin aynasıdır.
Bu itibarla ay aldığı ışığı
çoğaltır ve saçarak aktarır.
Kuran’ın
yasa ve emirleri Allah’ın sözü olduğu ve
zamanı aştığı için insanlığın
ileri gidişiyle uyum sağlamak için spesifik değil
genel niteliktedir. Bu ilerleme kaçınılmazdır
ve değeri tam manasıyla anlaşılmalıdır.
Kuran insanlara ataleti dikte etmez hatta ima bile etmez çünkü
bu insanlık medeniyetin ve saflığın en üst
seviyesine ( kimsenin üstüne çıkamayacağı
topyekun bir mükemmellik) ulaştığını
varsaymak olacaktır. Bu yüzden Kuran’ın yorumu
zamanın evrimini gizli bir niyet olmaksızın herkes
için toptan bir tarafsızlık, erdem ve adaletle takip
etmelidir çünkü Allah bizzat ADALET’İN
kendisidir.
İslam tanımı gereği insanlığın Allah’a toptan teslimiyetidir dolayısıyla insan vicdanı ve Allah arasında dini bir arabulucu olamaz. Bu nedenle İslam’da kanun koyucuların olduğu bir ruhban sınıfı yoktur çünkü yalnızca Allah vicdanların yargıcıdır.
Tüm
bunların ışığında mukaddes yasa
mükemmeldir ve insanın dünya’da karşılaştığı
soruları çözmek için erdemli bir rehber ( bir
diktatör değil) gerektiren insan ihtiyaçlarını
unutmak gibi bir yanlışa düşemez. Allah âlemin
efendisi, her şeyin yaratıcısı ve her şeyi
bilendir. Yeryüzünde halefleri (ve onların
mevkilerini) yalnızca Allah seçer ve bu seçim her
şeyi aşar çünkü Allah’ın sözü
zamanı aşar. Bu hakikatle beraber peygamberin
‘temsilcilerinin’ intikaliyle ilgili bir muamma yoktur!
Temsilciler (halifeler) mukaddes yasa tarafından peygamber Hz.
Muhammed’in gelişinden önce zaten
belirlenmişti. Allah’ın elçisi olarak böyle
bir sorumluluğu ihmal edemezdi ve etmedi de; çünkü
bu hakikat Peygamber(s.a.v) ölümünden kısa bir
süre önce Ebubekir’i ‘imam’ atayarak bir
işaret vermesine rağmen onun görevi değildi. Bu
sebeple zaten var olan bu “hakikat”ın kaynağı
geçmiştedir.
Geçmiş, zamanın pusulasıdır. O, bulunduğumuz anın içinde, geleceğe doğru attığımız adımlara rehberlik eder. Geçmişimiz olmadan kayboluruz. Var oluş sebebimizi körce arar dururuz.
Mukaddes yasanın ilanı sadece peygamberler ve Kuran (ve diğer kutsal kitaplar) tarafından değil zaman zaman çok özel işaretlerle asırlara damga vuran belli ifşalarla da aktarılmıştır. Bu özellikle hilafet söz konusu olduğunda geçerlidir. Unutmayalım ki atalarımız yeryüzündeki kaderimizin anahtarını, genetik hafıza ( ya da ilahi kaynak) vasıtasıyla ellerinde tutarlar. Bu yüzden kabileler, klanlar vs. olağanüstü nitelikleri olan ortak bir atanın adıyla isimlendirilmiştir ve böylece torunlarının kaderi çizilmiştir. Bu ilahi emirle kurulan düzenin dengesi insanların isyanından dolayı istikrarsızlaştığında kaos kaçınılmazdır. Atalara ilişkin bu ilahi şecere peygamber Hz. Muhammed’de bulunur. Hatice ile evlendiğinde günün şartlarından dolayı fakir olmasına rağmen Muhammed Mekke’yi 5. Asır’da fetheden güçlü bir kabileden (Kureyş) geldi. Kabilenin adı İbrahim ve İsmail’in neslinden gelen kurucu ‘Kusay’dan gelir.* Asırların geçmesiyle her kabile sayıca çoğaldı ve en sonunda da bölünmek zorunda kaldı. Kaçınılmaz olarak şecere ağacının en güçlü kolu ilahi plandaki devamlılığı için atalara ait köklerle doğrudan ilişkilenmiştir. Hz. Muhammed için durum buydu.
Kureyş kabilesi birçok gruba bölündü ve bunlardan ikisi Haşim Ümeyye adı altında baskın geldi. Haşim zengin bir tüccar ve hayırseverdi. Ümeyye Haşim’in yeğeniydi ve amcasının üstünlüğünü kıskanıyordu. Haşim’in ölümünden sonra oğlu Abdulmuttalip ‘in Mekke’yi yönetenlerden birisi olması gerekiyordu. 568’de Abdulmuttalip’in oğlu Abdullah, Kusay’ın neslinden gelen Amine ile evlendi. Hz. Muhammed’in kaderi böylece atalarının izinden gitmiş oluyordu. Muhammed’in serveti gitmişti ( Hatice’yle evlenene kadar) ama sadece ahlaki nitelikler devamlı zenginliği şekillendirir. O’nun yeryüzündeki görevinin ve tarihsel silsilesinin devamlılığını belirleyen de bu ahlaki zenginlik olmuştur.
Bu
hakikatin ışığında hilafetin Osmanlı
sultanlarına nihai geçişini daha iyi anlayabiliriz.
Bu anın bir kaprisi değil ilahi planın kalıtımsal
hafızaya yazılmasıydı.
Osman Gazi ismi Nuh’un torunu olan Oğuz’dan gelen Oğuz boyundandı. Nuh’un kendisi Adem’in oğlu olan Set’in neslinden Lamech’in oğluydu. **
Nuh M.Ö 2948 civarında doğdu. Zamanında hüküm süren yozlaşmanın aksine Nuh adil ve iyiydi. Ona dünya çapındaki bir tufandan önce Allah tarafından bir vahiyle bir gemi inşa etmesi emredildi. Nuh komşularının alayları arasında gemiyi inşa etti. Gemi bitince Nuh çiftlik hayvanlarını ve yaşamak için diğer gerekli erzakı gemiye aldı. Bundan sonra karısı, Sam, Ham ve Yafes olmak üzere üç oğlu ve onların karılarıyla gemiye bindi. Nuh, tufan bittiğinde (40 gün sonra) Ağrı Dağı’nda(5,165 m) karaya oturan gemiden indi ve hemen sonsuza kadar onu ve soyunu kutsayan tanrıya bir kurban sundu.**
Nuh, toprağı ekip biçmeye başladı ve o üzüm asması yetiştiren ilk kişiydi. Nuh bir gün nasıl bir etki yaratacağını bilmeden şarap içti, sarhoş oldu ve bu durum oğlu Ham’ın ona gülmesine neden oldu. Ham daha saygılı (ve özellikle daha merhametli) olan Sam ve Yafes’e olanları anlattı, onlar da babalarını bir örtüyle örttüler. Nuh uyanıp neler olduğunu öğrendiğinde Ham’ı ve neslinden gelenleri lanetledi ve diğer iki oğluyla onların neslinden gelenleri kutsadı. Nuh’un üç oğlunun birçok çocuğu vardı. Ham’ın torunları Afrika’ya gitti. Yafes’in torunları en son Avrupa’ya gitti ve Sam’ın torunları Asya’da kaldı.**
Sam’ın oğlu Oğuz Osmanlılar’ın Osman Gazi’sinin tarihsel atasıydı. Bir diğer ilahi işaret Osman Gazi’nin doğumuyla ilgilidir (çünkü Oğuz boyu Kureyş gibi bölünmüştü); ve Ertuğrul Gazi’nin en küçük oğlu olan Osman Gazi sürekli cesareti, adaleti ve merhametinden dolayı Osmanlı Hanedanlığı’nın kurucusu ve sultanı oldu. Osman Gazi Abbasi Hanedanı’nın İslami merkezi olan Bağdat’ın Moğol Hülagü tarafından 1258’de tamamen harap edildiği yıl doğdu. **
Halife Mutasım ve bütün ailesinin kökü kazındı. Bağdat’ın 1258’de tahribinden ve halife ile soyunun yok edilmesinden sonra Müslüman dünyası hilafetin sona erdiğini düşündü*** çünkü hilafet kalıtsal veya hükümran olan halife tarafından teslim edilebilecek bir makamdı. Hilafet makamı hem bir kalıtımsal hanedan şekli hem de seçmelidir.
Bununla beraber tüm umutlara karşın, Abbasi Hanedanı’nın bir prensi (Ebu Abbas Ahmed) katliamdan kurtulmuştu. O Mısır’da yaşamaya devam etti ve Mısır’daki Memlukların hakimiyeti altında fazlasıyla küçülmüş bir rolü olsa da o ve soyu hilafet makamını Müslümanlar arasında topyekun birliği yaratmak ve onları korumak olan orijinal işleviyle hilafeti canlandırma amacıyla meşru olarak Osmanlı sultanlarına aktarmadan önce iki bucuk asır boyunca koruyabildiler. Birlik ile Allah ile iletişim kurmak için yapılan bireysel ibadet seçimini birbirine karıştırmamalıyız.
Constantine
Moradgea d'Obsson’un "Tableau general de l'Empire Othman,
1787" adlı yapıtına göre son halife El
Mütevekkil hilafet hakkını 1517’de Sultan I.
Selim’in şahsiyetinde Osmanoğulları’na
resmen devretti. Aynı yıl Mekke şerifi Muhammed Ebu
Bereket I. Selim’e biat etti ve onun oğlu Ebu Numi
Kâbe’nin anahtarlarını ona gümüş
bir tepside sundu. Bu tam ve eksiksiz İmamet hakları olayı
bir tarafta Abbasi halifesi diğer tarafta Mekke şerifi
olmak üzere gerçekleştirilmiş, bunların
ikisi de biri Haşimi kolundan diğeri Ali vasıtasıyla
Kureyş soyundan gelmiştir. Bu durum İmam’ın
Kureyş’ten olmasını öngören Kur’an
yasasının gerektirdiği doğum ve kökenin
yokluğunda bile Osmanlı Sultanları’nın
hilafet makamının görevini ifa etmesine meşru bir
şekilde imkan tanır.
Bununla beraber unutmamalıyız ki Osmanlı sultanları Nuh’un ve daha önemlisi Adem’in torunudurlar bu yüzden de başlangıç noktasına geri dönen peygamberlik halkasını tamamlarlar. Yukarıdaki gözlemler insanlığın başlangıcından beri belirlenen bir hiyerarşiye göre zaman boyunca sorumlulukların dağıtımındaki ilahi plan mefhumunu pekiştirir.
–
Gezegenimiz Dünya döngüsel bir küredir,
Her çıkış noktası bir varış noktasıdır.
–Hayatın döngüsel bir ritmi vardır
Her şey başlangıç noktasına döner.
–Doğanın tohumu yeryüzünde yetişir,
Yapraklarını ve meyvelerini verir,
Ondan sonra da yeryüzüne döner.
– Hayvan bir dünyevi örtü
Yeryüzünün besinlerinden oluşmuş,
Sonrakine döner, bizzat yeryüzünü beslemek için.
–Manevi
ruh Allah’ın safiyet âleminden gelir
Ve
Allah’ın âlemine saf dönmelidir.
–Kur’an
cennetlerin kitabıdır
İlk bölüm
İlk peygamber Adem ile açılır
Son bölüm
Adem’in neslinin dönüşüyle sonuçlanacak.
–Hilafet halkası sonuna ulaşıyor.
Son görevi:
İnsanlığın birliği
Evrensel yardımseverlikte.
–21. Asır Evrensel Ruh’un varış noktası olacak.
Allah’ın âleminden çıkış noktasına.
Yeryüzü kozmik başlangıcına dönmelidir.
Zamanın sonsuzluğunda yeni bir seyahatin taslağı çiziliyor.
Nadine Sultana d’Osman Han
(Kur’an en son kutsal kitap olduğundan ilk peygamberden itibaren tüm kutsal kitapları kapsar).
Allahım, affın için yalvarıyoruz! Yeryüzündeki varlık sebebimiz olan ilahi görevimize ihanet ettiğimiz için.
Allah! Rahman! Rahim!