11 Eylül’den sonra Dünya Dinleri Kongresi: Asyalı Bakış Açısı. Yeni Delhi Ocak 17-20 2009
Dini Felsefelerin Mutakabatı, Dogmalar ve İnançlar
(Reconciliation of Religious Philosophies, Dogmas and Faiths"
Copyrighted 2009 by Nadine Sultan D’Osman Han
Translated by Ayşe Hanım
21. yüzyıl yasta. Umutların boşa çıkarılışının, adaletin bağışlayıcılığının inkârının ve yanlış kehanetlerin yası. Küresel ölçekte büyük bir acı bu. Çekilmez ızdıraplarını çaresizce dindirme teşebbüsündeki insanlar, birbirlerini parçalıyorlar.
Birleşmiş Milletler Genel Meclisi’nde 10 Aralık 1948’de insan onurunu ve basitçe insanlığı Global olarak tutarlı bir şekilde koruma amacıyla benimsenen BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin izinde 21. Yüzyıl, dini ayrımcılığın ve daha da önemlisi Kutsal kitapların istismara açık yorumlarının sonunu getirecek dinsel bir topluluğun oluşturulmasını sağlamalıdır.
Dini felsefeler, dogmalar ve inançlar çerçevesinde, BM’yi savaş adaletsizlikleri, insan zalimlikleri ve şimdiki toplumumuzdaki diğer hastalıklarla ilgili çabasında güçlendirmek için, yeni bir manevi farkındalık etkin bir araç olarak ortaya çıkmalıdır.
Birkaç Dini Lider, 90’larda Anlaşmazlık Çözümü adına “Vicdani İnisiyatif Çağrısı”na katıldı. İnisiyatif, şu olaylarla sonuçlandı:
1) Bern İsviçre’de “Bosna Hersek Barış Çağrısı”nın İsviçre Konfederasyonu Başkanı saygıdeğer Rene Felber’in ofisinde 26 Kasım 1992’de imzalanması. Katılanlar Sarayevo Katolik Kilisesi Başpiskoposu saygıdeğer Binko Puljic; Sırp Ortodoks Kilisesi Patriği saygıdeğer Patriarch Pavle , Sareyova’dan Saygıdeğer Reis Ulema Jakud Efendi Selimoski ve Rabbi Arthur Schneier “Vicdan Çağrısı” Vakfı Başkanı.
Bu dokümanda şunları ilan ettiler:
a) Din adına işlenen suçlar, dine karşı en büyük suçlardır.
b) Tüm işkence ve katliamlar korku ve utanç verir, ama hiçbir şey kadınlara ve genç kızlara, hatta çocuklara insanlık dışı davranış kadar utanç ve korkuyu tetiklemez ve biz bu tür bir dehşeti kınıyoruz.
c) Kin, yıkım, soykırım ve insanlık dışılığa bir alternatif sunuyoruz, insanlığın değeri ve Tanrı’ya olan inancımız alternatifi: huzur, barış, insan olmanın şerefi, tolerans ve uzlaşma –tek kelimeyle- her zaman ve sonsuza kadar insan sevgisi alternatifi.
2) Şubat 1994’te İstanbul, Türkiye’de “Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’da Barış ve Hoşgörü” için, Türkiye Hahambaşı Aseo, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz; Ekümenik Patrik Bartholomew I, Haham Arthur Schneie, Vatikan’dan Kardinal Roger Etchegaray ve Azerbaycan’dan Şeyhül İslam Allahshukar Paşazade’nin katılımıyla bir konferans verildi.
3)Viyana, Avusturya’da 30 Mart 1995’te yapılan “Anlaşmazlık Çözümü Vicdani Çağrısı Konferansı” yukarıda bahsedilen anlaşmazlıklara işaret ediyordu ve yeni bir Viyana bildirgesi Avusturya Başbakanı saygıdeğer Dr. Thomas Klestil huzurunda imzalandı.
4) “Kosova Barış ve Hoşgörü” Viyana Bildirgesi 18 Mart 1999’da Avusturya Başbakanı Dr. Thomas Klestil; Dışişleri Bakanı Viktor Klima ve Genel Sekreter Yardımcısı Wolfang Schussel’in varlığı ve desteğinde imzalandı.
Birleşik Devletler Başkanı Bill Clinton, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kutsal Papa II. Paul, Avrupa Birliği Başkanı ve Federal Almanya Başbakanı Şansölye Gerhard Schroder ve diğer birçok liderden de destekleyici teşvik geldi. (1)
Tüm bu imzalanan “Bildirgeler” kesinkes, cinayet ve diğer şiddet hareketlerini açığa vurdu. Atasözlerinden örnekler verirken hepimizin aradığı barışa ulaşmak için önerilerde bulundular: - “Hayat ve ölüm lisanın iktidarındadır”. (1)
Yine de, “2000 Milenyum Dünya Din ve Ruhani Liderleri Barış Toplantısı”, herkesin “İyi Niyet” ilan etmesine rağmen, uyuşmazlığın rahatsız edici dalgalarını gün yüzüne çıkardı. Bu dalgalar, dünya çapında yavaşlamayan bir savaşın varlığıyla kuvvetlendi.
Eski BM Genel Sekreteri Dag Hammerskjold’dan bir mektupta – BM/DPI/NGO Jurnaline, Raymond Sommereyns tarafından 15 Ağustos 2007’de- “Birleşmiş Milletler’in insanlığı cennete sokmak için değil, cehennemden kurtarmak için kurulduğu” alıntısı yapıldı. Ve “bizi felaketten kurtaracak olan şey ortak çalışmamızdır” (2) Din bu çatışmanın merkezindedir.
Din aslında, hükümetsel yasa ve toplum davranışlarını, laik olanlarda bile –belki Ateist Komünist rejimlerde böyle değildir; ama o başka bir konu- derinden etkilediği için yapılan tüm çekişmelerin merkezindedir.
Balzac 1842’de şöyle yazar – “İki ebedi hakikatin ışığında yazıyorum: Din ve Monarşi”- O halde, monarşi, modern zamanlarda, daha fazla barış veya adalet getirememiş olan cumhuriyetlerle yer değiştirdi. Bilakis, teoride olmasa bile, Cumhuriyetler Monarşilerden daha az güvenilirdirler.
- “Din ve politikanın karışmaması gerektiği söyleniyor, yine de her iki yönde de suistimali engellemek için ikisine de sahip olmalıyız. Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü de bu ikilikten geliyordu. Politikasız din zaman içinde katı ve demode hale geliyor; din olmadan politika ise bireyin itibar ve vicdan hakkı konusunda umursamaz ve duyarsız hale geliyor. Osmanlı Sultan-Halife biçimindeki hükümet dengedeydi, çünkü din, politikanın aşırı güçlerini sınırlamıştı ve kurallarını insancıllaştırmıştı. - (3)
Bu sunum ne teolojik faziletleri ne de dogma ve inanç felsefelerinin eksikliklerini tartışıyor. Hayatımızın her alanındaki Küresel karmaşanın ciddiyeti, hareketlerimiz ve onların felaketimsi sonuçlarını tam olarak anlayabilmek için nerede hata yaptığımızın hızlı bir analizine ihtiyaç duyuyor ki insan hayatının kurtarılması için uygar dünya tarafından bunlarla gecikmeden ve ciddiyetle ilgilenilsin.
Bu yüzyıl tehlikeli bir şekilde engizisyona dönüşüyor. Yüzyıllar boyunca Hıristiyan Katolik Kilisesi’nin engizisyonuna tahammül ettiği gibi şimdi de bir tür engizisyona dönüşüyor. Denilebilir ki bugün Demokratik Engizisyon’un ortasındayız; sınıflandırma (ırkçılık yerine kullanılan bir tabir), işkence (tutukluların sakinleştirilmesi olarak adlandırılıyor.) ve diğer ağza alınamayacak istismarlar demokratik özgürlük adına (Hristiyan şemsiyesi altında.) kabul edilebilir davranışlar olarak adlandırılıyor. İslam için ise, günümüzde Adalet ve Hoşgörü’nün gerçek öğretisi kendi engizisyonunu empoze eden bir kısım yanlış yönlendirilmiş vaiz ve lider tarafından tehlikeye atılmıştır . Yanlışla doğruyu ayırma yeteneğimizi kaybettik gibi görünüyor. Bugünlerde gerçek, etrafı kurtlarla çevrilmiş bir kuzu gibi.
Gelin simdi demokrasi ve kapitalizm gibi kelimelerin gerçek anlamlarını araştıralım.
Demokrasi: en önemli gücün halka verildiği ve halk veya onların temsilcilerince özgür ve adil bir seçim sistemiyle uygulanan hükümet biçimidir. Demokrasinin hükümete tatbiki, vatandaşlarının özgürlüğü ve eşitliğine saygı şeklinde olur. Demokrasi herhangi bir ayrımcılık yapılmaksızın hak ve ayrıcalıkların resmen eşitliğiyle betimlenen bir toplumsal durumdur.
Kapitalizm: yatırım ve üretim araçlarının mülkiyetinin, dağıtımının ve el değiştirmesinin kendi servetleriyle çoğunluğun hayatını kontrol eden bireyler ya da özel kuruluşlar tarafından sağlandığı- çoğunlukla çok küçük sayıda insan kapitalizm eylemleriyle çok zengin olmuştur- bir ekonomik sistemdir.
Kapitalistin gelir kaynağı doğrudan sömürülen isçilerin iş gücünden gelir ki bu işçiler genelde emeklerinin karından paylarını alamazlar.
Demokrasi ve kontrolsüz kapitalizm birbiriyle bağdaşmaz.
En dezavantajlı ve zayıf durumda olan vatandaşlarının sosyal hak ve eşitliklerini küçük gören demokratik bir hükümet, şirketleşme ve ulusal hoşgörüsüzlüğü destekleyen bir faşizme doğru gider- Birleşik Devletlerin Vatansever Hareketi’nde yansıtıldığı gibi.
Küresel Şirket’in ekonomik ve politik güç karışımı küresel adaletsizliğe ve uygarlaşmış toplumların yok olmasına yol açıyor. Şirketlerin ana hedefi insani olmayan yapıları sebebiyle kar peşinde koşmaktır. Bu, başkalarına ait olan bir şeyi elde etmek için savaşı teşvik ettiği kadar köle mantığını da teşvik eder.
Medeni toplumlar ve savaşlar birbiriyle bağdaşmaz. Savaşın kötülükleri öyle anlatılamaz bir vahşet seviyesine geldi ki, bütün dünya kendini, savaşlarda katledilmiş milyonlarca sivilin ıstırap çığlıklarının ağırlığı altında ezilirken bulacaktır. Vurdumduymazca “maddi hasar” olarak görülenlerin, toplu şekilde işkence görmüş ve öldürülmüş milyonlarca sivilin, önleyici savaşların ve gerçek veya sanal düşmanların sorgusuz sualsiz önceden hapsedilmesinin, dini liderlerin sessizliğinde Mafya kurallarıyla ülkeyi yöneten devletlerin milyonlarca insanı evsiz bırakışının ağırlığı altında çöküp gidecek. Bu hem süper güçler hem üçüncü dünya ülkeleri için geçerlidir. Uzun süredir, Dünya Dinleri, var olan bu hastalıklara, Peygamberlerin sözlerini zenginlik ve güç elde edebilmek için yanlış aktararak katkıda bulunmuşlardır. Bugün Dünya Dinleri, MANEViYAT yoluna geri dönmelidir- saldırgan davranış veya şiddeti meşrulaştırmanın kalkanı olmadan, sadece vicdanımızın hakikati olan maneviyata.
Dünyadaki tüm dinler bağnazlığı ve kendi dogmalarını diğer inançlara dayatma yarışını bırakmalıdır. Tüm dinler tek bir ruhsal gerçek üzerine inşa edilmiştir – Tek bir Tanrı ve pek çok peygamber vardır ki hepsi de Allah/ Tanrı’nın emirlerini, aynı mesajı bize aktarmıştır. Adil, merhametli, hoşgörülü olmak bizi Dünya üzerinde gerçek insan sükuneti ve ahlakı için bir Evrensel Bilinç’e yönlendirir. Evrensel Bilinç Vatikan, Patrikhane, Sinagog ve Osmanlı Halifeliği(ki bu sonuncusu tüm müesseseleriyle beraber meşru İslam hilafeti olarak geri getirilmelidir.) gibi diğer dini tapınaklar veya tapınma evleri, insan medeniyetini yaratma ve onu tüm şiddet ve baskı türlerinden koruma ahlaki görevleri için birleşmelidirler.
Osmanlı Devleti’nin vicdan yasaları ve savaşın kaçınılmaz olduğu anlarda bile kendine hâkim oluşu, zulme uğratmadan çeşitliliklerin kişisel haklarının korumasını sağlayabilmede bir kilometre taşı olabilirdi. Osmanlı Hanedanı’nın kurucusunun, babasının en genç çocuğu olmasına rağmen, merhametli savaşçı olarak istisnai yetenekleri sayesinde hükümdar olarak seçildiği biliniyor. Bir grubun daha büyük bir ordu tarafından saldırıya uğradığına şahit olduğunda (genelde bunlar savunmasız insanların değerli mallarını çalma amaçlı saldırılardı), Osman Gazi hiç tereddüt etmeden kurban edilen azınlığın yardımına giderdi. Osman Gazi, insancıl şuuruyla zamanının ötesindeydi.
Bir hükümdar olarak Osman Gazi, mümkün olduğu zamanlarda, anlaşmazlıkları çözmek ve toprak elde etmek için barışçıl müzakereleri tercih ederdi. –“Osmanlı Sultanları, muzaffer savaşçılar olarak yüce gönüllükleri ve tevazuları ile bilinirlerdi, çünkü her zaman Allah’a olan görev ve itaatlerinin bilincindeydiler. 700 yıl süren Osmanlı’da, Sultanlar asla savaştan haz etmediler ve şartlar onları buna zorladığında, savaşın vahşetini, yenilen halka şefkat göstererek yumuşatabiliyorlardı. Fethedilen halka, kendi halkları ile aynı adalet ve ayrıcalıklar bahşediliyordu ve eşitliğin birinin kültürünü diğerine dayatması anlamına değil, kişisel düşünce, din ve etnik alandaki farklılıklara saygı duyulması anlamına geldiğini anlayan yasalarıyla onların kendi kültürlerini sürdürmelerine izin veriliyordu. Bu temel saygı, Osmanlı vatandaşlarının İmparatorluk yasaları altında siyasal olarak eşit olmalarını garanti ediyordu.” -(3)
Osmanlı İmparatorluğu’nun Kurucusu Osman Gazi, imparatorluğun yönetimi için soyundan gelenlere şu son sözlerini söylemiştir: -“Şanlı soyumdan her kim adalet ve dürüstlükten ayrılırsa Resul-u Azam (Muhammed Mustafa SAV)’ın şefaatinden mahrum olsun.” – “Sevgili oğlum! Ölüme boyun eğmeyen insan evladı yoktur. Şimdi, Allah’ın isteğiyle, ölüm bana geldi. Beyliği sana, seni de her şeyi bilen Allah’a emanet ediyorum. Meselelerini, adaletin üstünlüğü ile halletmelisin.” (8):s.33*(3)
Bu ahlak, tüm Hanedanca ve özellikle Padişah Sultan-Halife Abdulhamid II tarafından, Hanedan’ın sonlarına doğru bile itinayla el üstünde tutuldu. Sürgünde, Padişah’ın küçük oğlu Sultan Selim-i Tabi Bin Hamid Han, birçok duruma ve ihtimallere rağmen bu ahlakı el üstünde tuttu. Sultan Selim bana bu kuralların sorumluluğunu, insanlık ve adaletteki istisnai kaliteleri dolayısıyla Osmanlı Sultanlığı’na bahşedilmiş olan Osmanlı Halifeliği’ni korumam için verdi.
– “Osmanlı olmak demek:
İnsanlığın ahlaki değerleri
Komşulara karşı iyi tavırlar
Ticarette dürüstlük
Düşküne şefkat
Arkadaşlara ve aileye anlayış ve kibarlık
Düşmana hoşgörü
Ve hepsinden öte, gerçek adalet demektir.” – (3)
Sürgündeki Osmanlı Halifesi adına, padişah naibi olarak, ben, Dünya dinleri tarafından, BM İnsan Hakları Bildirgesi’ne ek olarak yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni tamamen destekliyorum.
Ek olarak şu tavsiyelerde bulunabilirim:
Birleşmiş Milletler’in ortak çalışması ile insanlık için bir Birleşmiş Dünya Dinleri Uluslararası Mahkemesi
Bir Küresel Barış Bildirgesi ilan edilmesi ve mahkemede yürürlüğe konması için yetki verilmesi.
Savaş ve savaş tehdidini, İnsanlığa Karşı İşlenmiş bir Suç olarak ilan etmek. Savaşta ısrar eden hükümetler tarafsız bir mahkeme önünde hesap vermeli ve iktidardan derhal uzaklaştırılmalıdır. Ek olarak, masum sivilleri cezalandırdığı için bir ulusa yapılan ekonomik yaptırımlar kanun dışı sayılmalıdır.
Lider adaylarının anlaşmazlıkları sadece diplomasiyle ve insanlığın refahı için çözebilme becerilerine göre seçilmeleri denetlenmelidir.
Çocukların korunmasını sağlamak ve adaleti gecikmeden herkese ulaştırmak. Çocuk ticareti ve istismarına da kadınlarda olduğu gibi hoşgörüyle bakılmamalı. Sınırları içerisinde bu korumayı sağlayamayan yetkililer sorumlu tutulmalıdır.
Sefalet derecesinde fakirlik ve açlık bugünün toplumunda hoşgörüyle karşılanmamalıdır. İşçilerin düşük ücretle çalıştırılması da hoş görülmemelidir. Karlar, işçiler ve işverenler arasında, adillik için belirlenen bir minimum ve maksimum içinde eşit olmalıdır. Atasözlerinin bilgeliğini hayatımıza uygulamalıyız: “Para iyi bir hizmetçi ama kötü bir efendidir.”
Kitle İmha Silahları, tüm dünyada, istisnasız her ülkeden çıkarılmalıdır. Silahlanmaya harcanan devasa bütçeler, fakirlik ve açlığı azaltmak ve doğal felaketlerle başa çıkmaya yönlendirilmelidir.
Askeri ordular felaketlerle ve barışıl görevlerle uğraşacak insani bir orduya dönüştürülmelidir.
Pervasızca yıkılan her hayat bir soykırımdır, ama eğer bizden farklı olanlara karşı nefret ve güvensizlik fikrimizi değiştirmezsek, küresel bir soykırım yaşayabiliriz.
Tüm vicdani organizasyonları acilen birleşmeye ve hızlı davranmaya davet ediyorum. Evrenin kirlenmesi gibi, toplumumuzun kirlenmesi de, eğer şimdi gerçek bir enerji ve bağlılıkla insanoğlunun kurtuluşu için çalışmazsak, geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşabilir.
Tüm hükümetlerin olduğu gibi tüm dinlerin da uyması gereken tek bir temel dini kural vardır: -“Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma”-.