İNSANLIĞIN VE UYGARLIĞIN YENİDEN TANIMI
(Re-Defining Humanity and Civilization)

Copyrighted  2006 by Nadine Sultan d'Osman Han
Translated by Ay
şe Hanım



-‘İnsanlar vücudun azaları gibidirler,

aynı özden yaratılan,

Bir aza yaralanıp acı çektiğinde, diğerleri

sulh ve huzur içinde olamaz..’ Sadi



İnsanlık, birbirinin gözlerinin içine bakarak ve orada kendi yansımasını görmekle tanımlanabilir. Uygarlık, çeşitli enstrümanların senfonisi gibi insanların farklılıklarının uyumlu hale getirilmesi gereken yaşayan bir orkestradır.

Soren Aakye Kierkegaard şöyle söyler: “Hayat ancak geriye doğru anlaşılabilir; ama ileriye doğru yaşanmalıdır.”

Bu ne anlama gelir? Bu, rehberlik için geçmişe bakmamız gerektiği ve geçmiş bizim sabit referans noktamız olduğu için de, geçmişteki hatalardan uzak durmamız gerektiği anlamına gelir. İnsan, şekli olan bir ruhaniyettir. İç ve dış hayat arasında köprü oluşturur. İlahi özünde maneviyat Merhametin özü, önyargısız Adalet, Hoşgörü, Ahlak, Dürüstlük, Doğruluk ve Alçakgönüllülüktür. Maneviyat olmadan, ne insanlık ne de uygarlık olabilir. Maneviyat, vicdanımız ve İlah arasındaki doğrudan iletişimdir. Kötü davranışlarımız için herhangi bir uzlaşma ve meşrulaştırma kalkanı olamaz.

Tüm insanların başlangıçta bu İlahi tecelliden haberdar olmadığı ve onun anlaşılabilir bir çerçevede bize öğretilmesi gerektiği varsayımı yapılabilir. Bu yüzden, Kutsal Peygamberler bizi aydınlatmak için aramızdan seçildi. Bu Öğretiler, Din’e yükseliş verdi. Müslümanlar için, “Ümmet” Hz. Peygamber Muhammed’in ilettiği öğretilerle anlaşılabilir hale geldi.

Zaman geçtikçe, din de dil gibi farklı kültürlere uyum sağlamak için çeşitli dallara ayrıldı. Bu yüzden, sadece bir dinin tek Hakikat olduğunu ilan etmek, tek bir dilin tüm iletişimin en doğru şekli olduğunu söylemek kadar saçmadır. Sadece Maneviyat bölünmezdir. Ama dinler, kültürel, insani ve coğrafi farklılıkların ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitlenmelidirler.

Hıristiyanlık ve İslam arasındaki temel fark nedir?

İslam, kalbe yönelmiştir, tasavvuf müziğinde yansıtılan ve maneviyatın bir veçhesi muhayyelin cezbesine kaçış olan duygusal süreci takip eder. Hıristiyanlık, takipçilerinin zihinsel süreçlerine yönelmiştir ve klasik batı müziği kadar sıkı şekilde kontrol altındadır.

Böylece, erdem onu gerektirir ki birbirimizle kavga etmek yerine, akıl ve kalp arasında denge kurmak için bir ahenk oluşturmalıyız. Hem dil hem de din, zaman içinde insanların yorumuyla değişmiştir. İlk bakışta, bunun olumlu tarafı, yeni keşifler ve anlayışlar içermesidir. Olumsuz tarafı ise, belirsiz sözler gafilliğe yönlendirebilir.

İkinci durum ise biraz daha karışıktır. Dinlerin yorumu ya da yanlış yorumu, zalimliği ve her tür suistimali içeren nahoş hareketleri haklı çıkarma ve yasallaştırma adına kendi çıkarları için kullanmayı tetikleyebilir.

Şu üzücü bir gerçektir ki insanlar Doğanın Hayatta Kalma yasasından miras kalan bir genle engellidirler ve bu yasa gezegendeki hayvanların çoğunun kaderidir.

Aslında, insanın kusurlu ve saldırgan doğasından dolayı, birçok Peygamber, bizi barbarlıktan doğru yola sevk etmek için düzenli aralıklarla gönderilmiştir.

İnsanlar, aynı zamanda hayvanlara ait olan orman kanunlarından kaçmalarını sağlayan maneviyatın vahyi ile kutsanmışlardır. Ama birçoğumuz, güçsüze güç uygulamanın zevkinden vazgeçemedi ya da vazgeçmedi.

Uygarlık onlar için, doymak bilmez hırsın doyurulması anlamına dönüştü. Bu, peygamberler tarafından gösterilen örneklere rağmen sürdürülen ve nihayetinde insanlığı harap edecek bir kusurdur.

Dinler Maneviyat’a ayna olduklarını beyan ederlerken, pratikte din küçük bir zümrenin hırs ve güç kontrolü için bir araçtır. Bugün her zamankinden çok dinler, kendi adlarına yapılan haksızlıkları, sürdürülen dengesizliği haklı göstermek için sömürülüyor. Hayatımızın her alanında; politika, ırk, cinsiyet, zengine karşı fakir, ulusal ekonomiler sağlık çevre vb. Liste uzayıp gidiyor.

Maneviyat, ne din ile ne de çıkarların nihai amaç olduğu mükemmellikten uzak insani yasalar olan sözde adil seküler demokrasilerle karıştırılmaması gereken bir iç yolculuktur. Maneviyat, kendi başına atanan, onlarla baş edemeyecek sessiz ve savunmasız çoğunluğu en güçlünün kanunlarıyla yöneten vicdan ve davranış hâkimlerine uygun düşmez.

Maneviyat, zalimlik, baskı, adaletsizlik ve diğerlerinin haklarını görmezden gelerek kendi çıkarlarını gözetme günahıyla lekelenmemişlerin şuurlarında, İlahi olandan gelen bozulmamış bir sözdür. Kimse İlahi olan ile kişisel şuur arasında aracılık edemez. İlah (Allah ya da Tanrı), Ruhun tek Yargıcı ve ceza dağıtıcısıdır. Kimsenin, İlah’ın kişiler üzerindeki cezasının ne olacağını tahmin etmeye çalışma hakkı yoktur.

Yargılayabileceğimiz tek insan, kendimizi geliştirmek adına, yine kendimizdir. Aynı şekilde, gerçek demokrasi de, sözde insani iyilik adına zayıfların sömürülmesi ve zulmedilmesini meşrulaştıran bir sembol olamaz.

Aynı bağlamda, Demokrasi ideolojisi anlamı olmayan bir slogan haline geldi. Kişisel dokunulmazlıkla sürdürülen aldatma ve eşitsizliğin bir propagandası oldu. Küresel bir çerçevede herkes için adaleti sağlamazsak, kişisel haklar konusunda, tüm dünyadaki kardeşlerimize dinginlik ve refah, hoşgörü ve müsamaha göstermezsek ve kendi eksiklerimizi tamamlamazsak kendi kendimizi yok oluşa sürükleriz.

Bizi kendi yıkıcı benliğimizden kurtarabilecek bir mucize umarken, benim naçizane görüşüm, uzun zamandır beklenen son Peygamber de bizi kendi çılgınlığımızdan kurtaramayacak ama amansız bir Hâkim olarak gelecektir. Bu sefer, insanlar yaptıkları kötülükler için sorumlu olmak zorundalar. İnsanlık, Peygamberlerin istisnai kurtarışlarına karşı çok duyarsız kaldı. Doğru yola dönmemiz gerektiği uyarılarını dikkate almadık.

Zamanın başlangıcından beri, başkalarına ait olanı sahiplenmek, zayıflar üzerindeki baskımızı haklı çıkarmak ve genellikle Orman kuralları ile yönetilen bir şekilde yaşamak için savaşlara müsamaha gösterdik. Bu yüzyıl bizim hak ettiğimiz mesuliyeti görecektir. Belki de bunun için hazırlanmalıyız, çünkü artık daha fazla kaçış yok. Bu konuda, hepimiz eşit olacağız, çünkü ölüm, insan ayırt etmez.

GEÇMİŞ, ZAMANIN PUSULASIDIR. Şu andan geleceğe olan adımlarımıza rehberlik eder. Geçmiş olmadan, kayıp oluruz, varoluş nedenimizi sorgular dururuz.

Dünyadaki yaşam başka bir mükemmel evrenin parıldaması olabilir. Bununla birlikte, bu benim tartışmayacağım bir konudur çünkü bunun bilgisi insan zekâsının kapsamı dışındadır.

Diğer taraftan, dünyadaki yaşamın, insanlar ve hayvanların birbirini öldürdüğü bir zalimlik olduğunu da biliyoruz. Zamanda bir yerde, insanlar bu tehlikeli saldırgan döngüden çıkıp bizim insanlık ve uygarlık dediğimiz şeye doğru gelişim gösterme potansiyeli ile kutsandılar. Ama, bu yüzyıla kadar, bunu başaramadık. Sadece insanlık ve uygarlığın sadece bazı kademelerine gelebildik, ama aynı zamanda, daha büyük yıkım yeteneğimiz ile birlikte kendimiz, hayvanlar âlemi ve bizzat gezegenimiz üzerinde uygulayacağımız barbarlık yeteneklerimizi geliştirdik!

İlkel insanın saldırganlığı sınırlanmıştı ve sonuçlarının tam anlaşılamaması nedeniyle, ufak bir sorundu. Günümüzde, saldırganlık eskisi gibi aynı hafif tavırla karşılanamaz çünkü bizzat gezegenin varlığı tehlikede.

MEDENİ BİR TOPLUM VE SAVAŞLAR BİRBİRİYLE UYUMSUZDUR ve eğer tartışmaları şiddet olmadan çözemezsek, uygarlık diye bir şey olmayacak ve hayvanlardan daha barbar olarak düşünüleceğiz: Bir tür yıkıcı virüs.

NEDEN SAVAŞLAR? Yüzyıllar boyunca sayısız mazeret duyduk ve özellikle günümüzde. Saldırganlar, kurbanlarını çektikleri acının onların iyiliği için olduğuna ve dolayısıyla sadece ahlaki olarak kabul edilebilecek bir şey değil, aynı zamanda kutlanacak ve sevinilecek bir şey olduğuna inandırmaya çabalıyorlar. Gladyatör mantığına geri dönüyoruz.

Erdemlilik adına yapılan kendini haklı çıkarma sloganlarına kanmayın. Savaşlar, kanuni hale getirilmiş organize suçtan başka bir şey değillerdir. Böyle bir saldırgan tutumu haklı çıkaracak birçok kalkana rağmen, savaşların diğerlerine ait olan şeyleri sahiplenmek için çıkarıldığı gerçeği halen apaçık ortada duruyor.

Teoride, zenginliğin çalışkanlık ve dürüstlük yoluyla geldiğini varsaymak güzel, ama gerçekler farklı. Zenginliği elde etmenin en elverişli yolu, başkalarını kullanmaktır. Birçok uyuşturucu satıcısı bu gerçeği görmüştür, öte yandan birçok hükümet de Orta Doğu’daki petrol, Afrika’daki elmas, Latin Amerika’daki altın ve fakirlikten kırılan ülke ve göçmenlerin ucuz iş gücü gibi metaları elde edebilmek için aynı taktikleri kullanmaktadır.

Bu yüzden savaşlar, cezalandırılmaksızın diğer ülkeleri sömürme hakkını kontrol etmek içindir. Dünyada çocukların serbestçe şehit edilmesi veya II. Dünya Savaşı’nın kurbanları olan İsraillilere yer açmak için ülkelerinden acımasızca sürülen Filistinlilerin hali tahlil edildiğinde ‘insan hakları’ sloganı bayatlamış ve alakasız görünüyor. Bugün, milyonlar Hükümetlerin siyasetleri ve savaşları nedeniyle işkence görüyor, yerlerinden ediliyor ve evsiz bırakılıyor, bazı karşı çıkma mırıltıları duyuluyor olabilir, ama Orman Kanunları’nın hüküm sürdüğü uygar mantığımıza göre bu şanssız insanlar gözden çıkarılabilecekleri için, bir şey yapılmıyor.

İnsanların geçmişteki barbarlık derslerinden bir şeyler öğrenmedikleri kesin. Tarih kendini tekrarlıyor, sadece farklı kurbanlarla.

20. yüzyıl, teknolojik gelişmelerin mantıksal çıkarımları ile, barış ve gelişme yüzyılı olmalıydı. Gelişmeler ağır işlerin elle yapılmasını ortadan kaldırdığı için fiziksel, duygusal ve entelektüel olarak daha iyi bir yaşam kalitesi beklemeliydik. Ama açıkça, bu olmadı. Tersine, 20. Yüzyıl utancını, iki Dünya Savaşı ile gösterdi ve üçüncüsüne doğru gidiyor, zorunluluktan değil, istekten! Güdülerimizi acilen sorgulamalıyız.

Bir süper güç, kendi kendine geçinebilen devletlere iyi bakmaz. Yardım veya korumaya ihtiyacı olmayan devletleri tehdit olarak görülür. Yine bu tutum, kendi kendini bozguna uğratmaktır.

SAVAŞ BÜYÜK BİR SEKTÖRDÜR. Başka hiçbir sektörde milyar dolarlar böyle el değiştirmez, ironik olarak, kimse yarar sağlamıyor. Tüketicilerin ihtiyacı, askeri ihtiyaçlarla kıyaslandığında ekonomik ölçekte sadece küçük bir noktadır. Bu nedenle, askeri ticaret için savaş büyümeli ve gelişmelidir. Böyle dev bir yatırım, ülkenin iflasa sürüklenmemesi için temettüler sağlamalıdır, dolayısıyla da savaşlar.

Büyük sektörlerin kontrol edilemez hırs bağımlılıkları, sadece “önleyici savaşlar” yeniliğini sunabilir bizlere. Eğer barışın savaşla geleceğini düşünüyorsak kendimizi kandırıyoruz. Tarih onlarca kez, savaşların sadece intikama ve dolayısıyla insanlık için daha çok kan ve kedere yol açacağını gösterdi.

Nükleer silahları, “tam kısıtlamalarla” kullanacakları düşüncesiyle birkaç ülkenin ayrıcalığı olmasını ifade etmek de mantıksızdır. ABD tarafından atom bombasının Japonya üzerinde kullanımı, sevilmeyen ülkelere gözdağı vermek için tekrar kullanacağı tehdidinde bulunması, bu varsayımın yanlışlığını ortaya koyuyor. Tekrarlıyorum, herhangi bir silah yığını eninde sonunda kullanılmalıdır, çünkü üretimine bu kadar çok para harcanan bir şey paslanmaya bırakılamaz! Böylece propaganda “önleyici savaşları’ meşrulaştırıyor. Sadece dünyadaki tüm nükleer silahların yasaklanması barışa doğru atılmış bir adım olabilir.

Çifte standart politikaları asla işlemedi. Yaşam kalitesinin savaş ve adaletsizlikle sağlanamayacağı yadsınamaz.

Yeni Dünya Düzeni” 21. Yüzyılda, insanlığın geleceği için güzel sözlerin verildiği bir hediye olarak sunuldu. Ama kapı açılır açılmaz, en çok İslam taraftarlarının “Etnik temizlik” kurbanı oldukları ve “potansiyel suçlu olarak etiketlendikleri” bir “Yeni Dünya”ya döndü. Dün, bir grup kurbandı. Yarın bambaşka bir grubu kurban olarak görebiliriz.

Eğer toplumumuzdaki duruma bakarsak, davranışımızın gerçeklerinin, insan hayatını umursamamamızda yansıdığını görürüz. Bu, çocukların ihmaline, kullanılmasına ve doğum kusurlarına, açlığa, evsizliğe, “altın yılları yoksul yıllar haline gelen” yaşlıların yok oluşuna, eğlence olarak gösterilen uyuşturucu, seks ve şiddete bağımlılığıyla sonuçlanır. Ama en büyük modern suçumuz, savaşlarda sivillerin toplu katliamıdır. Tutukluların rastgele tutuklanması ve işkence görmesi, çoğu suçlamasız olarak bekletiliyorlar, şu an için en az sevilen etnik topluluğa ayrımcılık sistemi üzerine kurulmuştur. İkinci konuşulmayacak kadar korkunç olan kötülüğümüz ise çocukları askere almak!

Hayvanlar bile yavrularını koruyor!

Bilim adamları ve siyasetçilerimizin verdikleri sözlere ne oldu? Buluşları insanların iyileştirilmesine değil, onların yok oluşuna sebep oluyor. Çiftçiler, doğadan bile daha yetenekli olduklarına inanılan bilim adamlarıyla yer değiştirilmek üzere ortadan kaldırıldılar. Sonuç, insan bağışıklık sisteminin çökmesi ve bir sürü yeni virüse neden olan hayvansal ve bitkisel gıda zincirinin kirlenmesi oldu. Genetik olarak değiştirilmiş gıda zincirinin bolluğu, şüpheli besleyici değerleri yanında, kendi problemini de getirir, aşırı beslenmeye bağımlı toplum ve bir yanda hastalık ve obezite, diğer yanda ise kıtlık. Öte yandan ilaç buluşları da iyi sonuçlanmadı ve çoğu bize anlatılmayan ve ancak şu anda doğada, sağlığımızda görebildiğimiz felaketler getirdiler. Onurlu bir şekilde ölme temel hakkını reddedecek kadar ileri gittik. Akılsız bilim gerçekten tehlikelidir. Bilgisayarlar bile, kişileri ve kuruluşları, gizlilik ve politik ahlak değerlerini çiğneyerek kontrol edebilecek hale geldiler.

Toplumun liderlerinden, insan hayatı için ahlak ve olgunluk talep etmelerinin tam vaktidir şimdi.

21. yüzyıl, geçmişteki aşırılıklarımızın çiçeklenmesidir.

Birçok politikacı ve “Fütürist” kötü davranışlarımızın sorumluluğunun bir sonraki nesilden önce olgunlaşmayacağını söylemekten hoşlansalar da, ben hemfikir değilim, çünkü atalarımız da aynı şeyi düşündüler – böylece 21. Yüzyılda, O GELECEK NESİL BİZİZ: BİZ ONLARIN GELECEĞİYİZ, YÜK OLAN SORUNU ÇÖZECEK BİZİZ.

21. yüzyıl ya kurtuluşumuzu ya yok oluşumuzu görecektir. Seçim bizim ve artık illüzyon perdelerinin arkasında gizlenemez ya da ertelenemez.

Benim naçizane görüşüm şudur, eğer SAVAŞLARIN, silahlarla birlikte dünya çapında yasaklanması gerektiğinin farkına varmazsak ne bu dünyayı kurtarabiliriz ne de gerçek uygarlığa ulaşabiliriz.

KÜRESELLEŞME, bir kültürü diğerine dayatmak değil, ayrım olmadan tüm uluslara güven, ekonomi, iyilik ve adalet getirmek olarak tanımlanmalıdır. Şirketler de, tüm dünyada aynı standartlarla düzenlenmelidir. Buna ilaveten işveren ve isçilerin kar ve maaşları işveren için adil bir azami, işçiler için adil bir asgari değer olarak belirlenmelidir. Para birimlerinin eşitsizliğini ortadan kaldırmak için ortak bir birime geçilmelidir.

Bir işveren maaş olarak milyonlar aldığında ve dipteki çalışanı saati 10 dolardan değerlendirildiğinde, bu karın adaletli dağıtımı değil, Mafya tipi organize şirketin cezasız kalmasıdır. Şirket karları işçi ve işveren için bir maaş eşitliği sunmalıdır. Uygar bir dünyada, tekrar köle mantığına dönemeyiz.

Uluslararası bir dilin kendi ana dilleri yanında küçük çocuklara öğretilmesi yararlı olurdu. Tüm insanlar mutlaka 2 dil bilmelidir.

Dinler, toplumları ya da milletleri bağlayan iplerdir, bu yüzden devlet işleriyle iç içedirler. Bu sebeple, zaman zaman politik liderlerce insanları birleştirmekten çok ayırmak için kullanıldılar. Bu, acilen DEĞİŞMELİDİR. Dini anlaşmazlıklar, dinin amacı olan maneviyatın ifadesi ve insancıl edebi inkâr ediyor. Bugünün demokrasilerine benziyor, sadece yüzeysel konuşulabilecek önemsiz bir platform oluyor.

Dinlerin inanç, kültür ve itikad çeşitliliğine karşı ayrımcılık yapmadan tüm insanlığın iyileştirilmesi için bir vaat altında birleşmeleri zorunludur. Dinler hükümetlerin güçlerini kötüye kullanmalarına karşı tek bir sesle konuşmalıdırlar.


DİN, SAVAŞ İLANININ KÖTÜLÜKLERİNE KARŞI KUVVETLİ BİR “ÖNLEYİCİ” ARAÇ OLMALIDIR.

Dinler güçlü yapılardır ve eğer isterlerse, BM’ye aşağıdakileri uygulatabilirler ve böylece onu güçlendirmiş olurlar:

Tüm ulusların adaletli bir şekilde temsil edildiği bir Bağımsız Uluslararası Mahkeme (bugünkü modelinden daha gelişmiş ve etkin bir tane), herhangi bir savaş ilanının insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak düşünülmesini sağlamalı ve Mahkeme şiddeti yapan Hükümetin hemen istifasını isteyip yerine yenisinin seçilmesini talep edebilmeli. Bu, ülkenin büyüklüğü veya gücünden bağımsız olmalı.

Bağımsız Uluslararası Mahkeme çocukların korunmasına ve kişilere bakılmaksızın(kişi ya da organize grup) adaleti sağlamaya bakmalıdır. Çocuk ticareti ve kullanımı hoşgörüyle karşılanmamalı ve sınırları içerisinde çocukların korumasını sağlamayan yetkililer sorumlu tutulmalıdırlar. Herhangi bir şiddet hareketi sert bir şekilde cezalandırılmalı ve herhangi bir tür işkence hiçbir koşulda HİÇBİR ZAMAN hoş görülmemelidir. Dünyanın kaynaklarının küresel anlamda herkese eşit dağıtılmasına çalışmalıyız. Hepimiz dünyanın iyileşmesine ve daha sağlıklı bir yaşam keşfetmeye yardımcı olmak zorundayız.

Yasalar, aile kurumunun refahını, hastaları ( hem fiziksel, hem zihinsel), savunmasızları korumak için tekrar gözden geçirilmelidir. Boş zaman ve doğru dürüst bir ahlaki eğitim(baskı olmadan), daha iyi bir dünya için yeniden gündeme gelmelidir. Eğlence, ahlaksızlık ya da şiddet olmadan haz vermelidir, uygar bir rahatlama aracı, daha iyi ve kaliteli yetenekler için ilham kaynağı olmalıdır. Acı çekme, gerçek hayatta veya sanal eğlencede asla diğerleri üzerinde uygulanmamalıdır. Gençler, gelecekteki erişkinlik dönemleri için büyüklerini örnek alırlar, bu yüzden İlahi olan tarafından amaçlanan uygarlık hedefine ulaşmak istiyorsak, hareketlerimizde mükemmeliyet göstermemiz önemlidir. Evlilik, hastalık, ölüm ve diğer herşeyin insanlar için olduğunun bilincinde olunmalıdır. Evlilik ve annelik çocuklar için değildir. 18 (Belki de 21) yaş altı evlilikler dünya çapında yasaklanmalıdır. Sağlıklı toplum için olgunluk şarttır. Çocuklar, onların kaldıramayacağı yetişkin sorumluluklarına maruz kalmamalıdırlar.

Toplumlar her zaman çocukların aldığı eğitim ve bakımı yansıtır.

Çocuklar yarının yetişkinleridir her zaman ve bizim önceliğimiz olmalıdır.

En iyi koşullarda bile suçluların her zaman var olacağı şüphe götürmezdir.

O zaman bu sorunla nasıl baş edeceğiz? Hapishaneler her zaman en iyi cevap olmuyor. Hırsızlık ve düzensiz davranışlar gibi küçük suçlar, kurbanların zararları karşılansın diye para cezası ile cezalandırılmalıdır ya da suçlular kamu hizmeti vermelidirler.

Daha kötü suçlar için, eğer zeka sorunu veya kontrol edilemeyen duygusal bir rahatsızlık söz konusu değilse, belki de ölüm cezası düşünülebilir, ama asla acı verici şekilde değil. Diğerleri için ise, rehabilitasyon düşünülmelidir. Çocuklar yetişkinler gibi yargılanmamalıdır.

Bu tavsiyeler çok ideolojik görünebilir, ama eğer derin reformlar acilen uygulanmazsa, bu yüzyıl en kötü kâbus şeklinde insanoğlunun neslinin yok olmasına şahit olabilir. Muhtemelen, zaten çok geçtir, çünkü dünyanın kendine has bir ritmi ve bağışıklık sistemi vardır. En “Fütürist Politikacılar” cevabın, insanlığın çoğunu imha ederken uzak hayatta kalma karargâhlarında yattığına inansa da, bu gerçekçi olmayan bir görüştür.

Acı vermeye çalıştıklarından daha büyük bir ıstırap çekmeleri muhtemeldir.

BİR ANLIĞINA BİLE İNANMAYIN Kİ, varlığımız “Ulusal Güvenlik”, “Vatansever hareket & Terörist Tehdit”, “İslami Terör” üzerine histerilerimiz ve tüm bu propaganda sloganlarının, sözde “Köktendinci çılgın Ülke veya Ulusların’’ ani saldırganlık hareketinden filizleniyor. Öncelikle, ortadaki karmaşanın dini maneviyatla hiçbir ilgisi olmadığını söylememe izin verin. Tüm dinlerin temel mesajı, Peygamberlerin öğrettiği gibi, şefkat, hoşgörü ve adalettir. İslam açısından, bu huzur ve barış yönelimli bir dindir. Bu, İslam savaşçılarının savaş zamanlarında, İslami naslara uyarak merhamet gösterdikleri ve fethedilen halkın canını bağışladıkları gerçeğiyle desteklenir. Yabancılara misafirperverlik de İslam’ın doğrudan etkilerindendir. Müslümanlar hiçbir zaman, bir zamanlar Avrupa’da engizisyon zamanında, ya da Haçlı Seferleri sırasında yapılan zalimlikleri ya da Peygamber’i haça çivileme gibi zalimlikleri yapmadılar. İslam her zaman, Osmanlı Sultanlarının yaklaşık 700 yıldır defalarca gösterdikleri gibi, hoşgörü ve adaleti savunmuştur.

Söylenir ki, bu Yüzyıl’a kadar, huzurlu toplum hedefine ulaşılamadı ve gelecek daha da kasvetli görünüyor. Kaçınılmaz olduğundan değil, bugünün Liderlerinin çok güçlü olan Şirket Dünyası tarafından kontrol ediliyor olmalarından ve insanoğlunun iyileştirilmesi için herhangi bir şekilde çalışmaya yanaşmamalarından, dünyanın azalan kaynaklarından sadece bir kısım seçilmiş kişinin yararlanması ve kar sağlaması için geri kalanların yabancılaştırılması için çalışmalarından dolayı. Ayrıca, kaderimizin ne olacağına karar veren insanların, “Yaratıcı”larıyla yarışabilecekleri hayali kurdukları ve etraflarındaki hayatın tam kontrolü için arzu ve ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir toplum yaratma fantezisi kurdukları bir seviyeye geldik. Kendilerine öğretilen bu rol modelde bu küçük zümre onlara tapacak köle ya da hizmetçilerin efendisi olmak istiyor.

Böylece II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan bu gibi gelecek global planlamacıları (ve daha önce de başka adlar altında) “Think Tank” “RAND” ve buna benzer şeyler yaratmaları, bundandır. Şimdiki karışıklık sözde “teröristlerin” aniden ortaya çıkışlarıyla değil, “onların” gereksiz olarak düşündükleri topluluklardan dünyayı kurtarmak için iyi düşünülmüş bir plan ve daha önceden pazarın yayılmasını sağlamak için teşvik ettikleri nüfus patlamasının kaynak ve kar bağlamında amacına ulaştığı ve artık onlara gerek olmadığının farkına varılması sebebiyledir. Belki de bu bağımlı yapay toplumu yaratan manipülatörlerin bizzat kendi hayatta kalmalarının taahhüdü bile olabilir.

Zamanın başlangıcından beri insanlığın kaderinin “Elit” sınıf tarafından belirlenmiş olmasına şaşmamalıyız. Belki de değişen, insanın iyiliği adına olan hedef ve çabalardır. Krallar vatandaşlarının iyiliğinin savunucusu olmaya niyetlenmişlerdi ve hata yapanlar hoşgörüsüz toplum tarafından hemen dışlanıyordu. Krallar ayrıcalıklara sahipti ama sınırlarını da biliyorlardı. Ayrıca, İlahi bir güce olan bağımlılıklarının da gayet farkındaydılar.

Bugün böyle değil. Her türden birçok “dini” mezhep, gerçek maneviyatla olan bağlarını kaybetmiş ve içlerine giden yolu çaresizce arayan saf insanlar üzerinden geçinmek ve onları yanlış yola sürüklemek için ortaya çıkıyorlarken, bugünün “fütürist” Akıl Adamları kendilerini yeni “Yaratıcı”, başka bir deyişle İlah’ın eşiti olarak görüyor.

İLAH olan, sınırlı insan beynimizle sınıflandırıp anlayabileceğimiz bir varlık değildir. Yine de, bazıları bizim bir çeşit deney olarak yaratılmış olduğumuz lakayt sezgisine kapılmışlardır. Eğer kendimizi hatalı ve yok edilmesi gereken bir deney olarak görürsek, insanların şimdi hayvan ve bakterilerle yaptığı gibi, kendi “canlı” deneyimimize sarılabiliriz. “Gine domuzu” gibi kullandığımız hayvanların acı çektiğini çok iyi biliyoruz ama o hayvanlar acılarının kaynağının bilincinde değiller ve kaderlerine karar veren bilim adamlarının karşısında çaresizler!

KADERİMİZ zaten yazılmış olabilir. Bununla birlikte, İlahi olan yaşamamıza izin verdikçe diğerlerinin acılarını azaltmak, bizim ahlaki görevimizdir. KÖTÜLÜK, HAKİKAT üzerinde bir zafer kazanabilir, ama biz Adalet ve Hoşgörünün tarafında yer almalı ve kendi içimizde ruhaniliğimize yakın kalma çabamızı kaybetmemeliyiz. Bize İlahi olan tarafından verilen değerli bir hediye olan Hayat’ı boşa harcamamalıyız. Anlaşılamayanlar, zamanı gelince hak eden ruhların önüne anlaşılabilir olarak çıkacaktır. İnşallah, İnşallah.

“Fütüristler” yeni değiller, sadece kelime değişti. Üstelik, her “fütürist”in gündemi aynı değildir.

Zamanının en büyük fütüristi Nostradamus idi. Nostradamus ne bir tür büyücü ne de çoğunluğa görünmeyen şeyleri hisseden kişi anlamına gelen “medyum” idi. Nostradamus, insan doğasının ferasetli bir fizyolojistiydi ve evren, dünya ve hayat arasındaki ilişkinin farkındaydı. İnsan evladının yolculuğunun haritasını çevresindeki dünyanın ve her şeydeki İlahiliğin farkındalığı tarafından gösterilen şekliyle okuyabildi.

Nostradamus bilgisini bize vermeye çalıştı ve mesajı ilk başta göründüğü kadar bulanık değil. Bununla birlikte, Nostradamus zamanının bilgi ve mantığına uymadı, böylelikle, zamanının otoritelerini kızdırmamak için, gerçekleri örtüler tabakasının arkasından ortaya çıkarmaya çalıştı. Zekâsı sayesinde, onun mesajını anlayanlar için, mesajı kaybolmamıştı. Aynı şekilde, onun zamanında “uzmanlar” dünya mefhumunu küre olarak kabul etmemişlerdi. Bu tür mantık bugün de hala bizimle, her çağdan “uzmanlar” görüleri veya sezgileri dönemin kabul edilen “bilim adamlarından” ötesini görenlere iyi gözle bakmazlar. Böylece, bu dünyanın “önsezilisi” cehalet denizinde çok fazla dalga çıkarmamaya dikkat etmelidir yoksa, zulüm ve iftiraların kurbanı olabilirler.

SONUÇTA:

Aldatmacalardan sakının! SAKININ!

21. yüzyıl Hakikatler Asrı olacak, hepimiz hareketlerimizden dolayı insanlığın bozulmuş mahkemelerinden daha yüksek bir mahkeme önünde sorumlu olacağız. 21. Yüzyıl bize, bizi günahlarımızdan kurtarmak için bir “Mesih” yollamayacak.

İnsanlar, onlara bir Mesih yollandığında onu tanımaktan acizdiler ya da buna isteksizlerdi. Peygamber “Yüce İsa” çarmıha gerildi, daha sonra da öğretileri Hıristiyan engizisyonu tarafından uygulanan uç noktalara kadar çarpıtıldı.

Başka bir Peygamber, Hz. Muhammed bizi tekrar şefkat, adalet ve terbiye yoluna getirmek için gönderildi.

Zamanın ilerlemesi, onun unutulmasına ve İslam’daki bölünmelerle sonuçlanan iktidar mücadelelerine neden oldu.

Rahman ve rahim olan Allah, Peygamberine bildirdiklerinin inananlar tarafından tasdik edilmesi için tekrar bir elçi gönderdi. Bu elçi, Allah’ın emirlerini korumak için Osmanlı Halifesi olmaya giden yolu tekrar kuran Osmanlı Sultanı Fatih Mehmet’ti. Onun şemsiyesi altında İslam barış, adalet ve zenginlik içinde, Hıristiyanlığa da katkıda bulunarak gelişti.

Yine, zamanın geçmesiyle, yozlaşma kendine hizmet eden hakikatsizliklere ve onun yanlış yorumlanmasına yol açtı.

Bu, 20. Asır’da, aynen Taliban ve diğer zalim rejimlerin dualarının onları gündelik gaddarlık ve adaletsizlik suçlarından kurtaracağını düşündükleri gibi, insanlığın ve demokratik ideallerin iyiliği için ‘etnik temizlik’ adı altında meşrulaştırılan görülmemiş kitle katliam ve sürgünlerine yol açan kötülüğün kindar kılıcını yarattı.

Söylemesi gereksiz, bu Politikacılar ve Dini Liderler, diğerlerine zorla dayattıkları öğretiler ve kurallara bizzat kendileri uymazlar.

20. Acı Yüzyılı sona yaklaşırken, son bir erteleme bize bahşedildi, böylece yeni milenyuma korkunun yıkıcı yolunu taşımayacaktık. Ama, geçici maddi kazanç ve güç hazzı, yine kararlarımızı gölgeledi.

Bu yüzden İlahi işaretler birçoğu tarafından tanınmadı ve bazıları tarafından yok sayıldığı kadar istismar da edildi.

Bundan böyle, bu mütevazı elçi bize sisin yumuşaklığıyla geldi ve alçakgönüllülüğün sükûnetiyle gitti. Yazık!

Günahlarımız için sınırsız mağfireti isteyen küstah zihniyetimiz yanlışlarımızı temize çıkaracak övülmüş bir ‘Mesih’ bekler. Bu olmayacak. Diğerlerine uyguladığımız davranışlarımızın sorumluluğunu alma zamanı geldi.

İlahi hakikat Orman Yasasının kötülükleri üzerinde bir zafer kazanmadıkça, benim gözlemim şudur ki, dünyadaki yolculuğumuzun sonuna yaklaşıyor olabiliriz. ÇÜNKÜ GELECEĞE ULAŞTIK! BABALARIN GÜNAHLARININ YÜKÜNÜ TAŞIYAN ÇOCUKLARIZ BİZ.

SON